NİHAT KAYA
Havadan ölüm yağdı

Irak devrik lideri Saddam Hüseyin ve altı yardımcısı 182 bin Kürdün katledildiği Enfal operasyonundan önceki gün yargılanmaya başladı. Dava, tarihe ilk Kürt soykırımı davası olarak geçti. Saddam Hüseyin ve altı arkadaşı suçsuz olduklarını ileri sürdüler. Ancak katliam delilleri ve tanıklar, El-Enfal hareketinin sorumlularını yalanlıyor.
Saddam Hüseyin'in iktidarda olduğu Baas rejimi, 1988 yılında 'Ganimet' anlamına gelen El-Enfal operasyonuyla 182 bin Kürdü katletti. 3 bini aşkın köyün yerle bir edildiği operasyonda hafızalara kazınan Halepçe ve diğer yerleşim birimlerinde kullanılan kimyasal silahlarla, binlerce Kürt bir anda ortadan kaldırıldı. Sağ kurtulanlar ise yıllarca yaşadıkları travmadan kurtulamadılar.
İkinci Enfal: Karadağ
22 Mart akşamı yemek saatinde Seysenan köyüne fırlatılan top mermileriyle ikinci Enfal başladı. Bir evin avlusuna düşen mermilerle çevreye yayılan 'elma kokusu', kimyasal bombaların kullanıldığını gösteriyordu. Köylüler ve YNK peşmergeleri Seysenan kimyasal saldırısında net rakamı hiçbir zaman belli olamayan ama genel kanıya göre ortalama 78 ile 87 arasında ölü olduğunu söylemektedir.
Bir sonraki gün, Dokan'daki YNK üssüne kimyasal saldırı düzenlendi. 24 Mart gecesi de KDP operasyonlarının kontrol edildiği küçük bir karargaha ev sahipliği yapan Cafaran köyü hedef aldı.
Bu saldırlardan kurtulanlar köylerinden kaçarak dağlara sığındılar. Af söylentilerini duyan Seysenan köylüleri, birkaç gün rahatsız edilmeden huzurla yağmurda kaldılar. Fakat beşinci gün Karadağ-Süleymaniye yolu kontrol noktasındaki askerler onları tutuklamaya başladı.
Güney Germiyan'a kaçış
Enfal harekatı sırasında vuku bulan kitlesel kaybolmaların izlediği seyir, bölgeden bölgeye çarpıcı bir şekilde değişmektedir. Birinci Enfal sırasında ordu tarafından ele geçirilen yetişkin erkekler ve erişkin erkek çocuklar kaybedilmiştir. -bu değişik bölgelerde tekrarlanan bir kalıptır- Ama çeşitli yerlerde, özellikle Güney Germiyan'da, çok sayıda kadın ve çocuk da götürülmüş ve onları bir daha gören olmamıştır. Bu dönemde kaybedilen bazı kadınların izleri Kuveyt'in işgali sırasında, Irak ordusunda askerlik yapan, Kürtler tarafından bulundu. Enfal operasyonları sırasında kaybolan kız kardeşini Kuveytli bir adamın evinde bulan Kürt gencin hikayesi bölge halkı arasında hala anlatılmaktadır.
Üçüncü Enfal:Germiyan
Birinci ve İkinci Enfal'de kullanılan kimyasal silahlar, bütün peşmergelerde moral çöküntüsü yaratmıştı. Bu moral çöküntüsü ve zehirli gaz psikolojisi, peşmergelerin Üçüncü Enfal esnasında fazla direniş göstermemelerine neden oldu. Bu yüzden de Irak rejimi, 7 ve 20 Nisan arasındaki, Germiyan harek�tı sırasında zehirli gazları sadece bir yerde devreye koydu.
Oluşturulan yeni haritalarda Kürt yerleşimleri işaretlenmediği için, istihbarat saha raporlarının birçoğunda olduğu gibi, Keler kolunun 13 Nisan'daki raporunda da, 'Köylerin çoğu harita üzerinde işaretlenmemiş olduğundan konvoyun içinden geçtiği bütün köyler tahrip edilmiş ve yakılmıştır' diye geçmektedir.
Ortadoğu Gözlem Merkezi'nin araştırmasında bazı görgü tanıklarının izlenimleri şöyle aktarılmaktadır: 'Kahvaltı zamanı gelen birlikler evleri ateşe verdi, hayvanları öldürdü ve birçok köylüyü alıp götürdü. Tepelere kaçmayı başaranlar ise günlerce buralarda kaldı. Ama anladılar ki, üç taraftan çevrilmişlerdi ve güneye, anayola doğru gitmekten başka şansları yoktu ve burada da Adnan Cabari ismindeki müsteşarın komutanlığındaki 'cahş' birimine teslim oldular. Yaşlı bir adamın hatırladığı, günlerden Müslümanların oruç tuttuğu Ramazan'ın birinci günü olan 17 Nisan'dı. Onları götürmek için kamyonlar bekliyordu ve çoğu bir daha hiç görülmedi.'
Dördüncü Enfal
3 Mayıs'ta uçakların ilk hedefi, Ekser köyü oldu. Bir uçak filosu köye alçaktan saldırdı. Hoş bir nane kokusu yayan beyaz dumanların takip ettiği 8 boğuk patlama oldu. Güneydoğu'dan esen rüzgarla duman iki üç kilometre ötedeki Heyder Beg'e kadar yayıldı.
Göktepe ve Esker'e köyleri arasında konumlamış bir peşmerge birliğinde yer alan Enver Rıza Ömer, yaşadığı kimyasal saldırıyı şöyle anlatıyor: 'Uçaklar direkt köyleri hedef almışlardı. Biz sadece köylere yakın olduğumuz için dumandan etkilendik. Buna rağmen tabur komutanımız Şeyh Cevat Askeri'nin (Ali Askeri'nin kardeşi) de içinde bulunduğu 25 peşmerge şehit düştü. Fakat bu saldırı çok farklıydı. Bombalardan çıkan duman yükselmiyor, araziye dağılıyordu. Hoş bir nane kokusu gibiydi. Bu saldırıda beş arkadaşımız yaralandı. Yaralananların ağzından beyaz bir köpük çıkıyordu. Vücutlarıysa yanmış gibi kapkaraydı.'
Bu saldırıda, iki köyden 3 yüzden fazla insanın yaşamını yitirdiğini söyleyen Ömer, 'Doğanın üzerine adeta siyah bir örtü çekilmişti. Bütün hayvanlar, ağaçlar ve bitki örtüsü insanlar gibi bir anda soldu' diyor.
Dokan Barajı'nın kapakları açıldı
Ölenlerin tam sayısı ne olursa olsun, altı hafta önce vuku bulan Halepçe saldırısından sonra doğrulanmış olan kimyasal saldırılar arasında en ağır olanıydı.
Köylüler, Göktepe saldırısından sonra nehir sularının birden yükseldiğini söylüyorlar. Bu, daha önceki harekatlarda da gördükleri, rejimin başvurduğu hilelerden biriymiş; nehirden kaçışı engellemek için Dokan Barajı kapaklarının açılması.
Dağlara sığınan halk, kısa süren dağlardaki mağaralarda saklanma çabasından sonra toplu olarak tutuklandılar ve kaybedildiler.
Enfal operasyonu bir sel gibi önüne ne geldiyse alıp götürüyordu. İnsanların bir kısmı olay yerinde öldürülürken, bazıları tutuklanıp bilinmeyen bir kadere doğru yola çıkarıldılar, bazılarıysa 'belki bir ihtimal' diyerek önlerinde onları neyin beklediğini hiç hesaplamadan yollara düştüler. Dellž köyünün bombalanmasıyla sıranın kendilerine geldiğini fark eden Xelekutiya ve Zigila köylüleri kaçma fırsatı bulurlar. Belki de Dellž köyünde ölen insanlar, Xelekutiya ve Zigilalıların canlarını kurtarmasına yardımcı olur.
Kılıç artıkları toplama harekatı
15 Mayıs ile 26 Ağustos arasında gerçekleştirilen operasyonlar Beşinci, Altıncı ve Yedinci Enfal olarak tanımlandı. Bu operasyonlardaki amaç; YNK'nin savaş gücüne son darbeyi indirmek, kendisini desteklemeye devam eden sivilleri cezalandırmaktı.
Salt askeri bir bakış açısıyla bakıldığında Enfal harek�tının, üç ay önce Sergelî-Bergelî kuşatmasıyla başlamış olan büyük temizliğin mantığını izlemeye devam ettiği söylenebilir.
Son Enfal: Behdinan
Irak hükümetine verilen raporlarda, peşmergelerin Behdinan'daki toplam gücünün 2.600'den fazla olmadığı belirtiliyordu. Bu cılız güce ve Behdînan'ın sivil halkına karşı, Ali Hasan El-Mecid'in Kuzey Bürosu 200.000 kadar asker yollamıştı. Bu son Enfal harekatına Kimyasal Silahlar Taburu, Irak Hava Kuvvetleri birimleri ve Milli Savunma Taburları, (cahşlar) ilaveten sayıları on dört ve on altı arasında değişen ve her biri 12.000 askerden oluşan düzenli ordu tümenleri de görev almıştı.
İlk kimyasal gaz bombası, 24 Ağustos akşamı geç saatlerde, Türkiye sınırı yakınlarındaki Zêwa Şêxan'daki KDP kararg�hına atılırdı. Ertesi sabah, 25 Ağustos'ta, Irak savaş uçakları birçok ayrı, fakat neredeyse eşzamanlı saldırı gerçekleştirdi. Uçaklar, yaklaşık olarak yüz kilometre genişliğinde ve otuz kilometre derinliğinde bir şerit üzerinde odaklanmışlardı. Uçaklardan bazıları tek bir köyü ya da pêşmerge üssünü hedef alırken, diğer uçaklar dizi halindeki köylerin tümünü seri bir şekilde vurmuştu.
Yaz sonuna denk gelen bu harekatta kullanılan yanıcı etkisi fazla olan patlayıcılarla ekin tarlaları da yakıldı. Bu olaydan sonra Behdinan halkı köylerini bırakarak Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Askeri birlikler halkın kaçışını engellemek için Behdinan alanındaki en büyük kimyasal saldırıyı hızlı akan Büyük Zap Nehri'nin üzerindeki ana geçiş noktalarından birisi olan Balžke Köprüsü'ne yaptı.
Behdinan işgali, on binlerce mültecinin Türkiye'ye kaçması ve diğerlerinin ya evlerinde yakalanması ya da kısa süren nafile bir kaçış girişiminden sonra teslim olmasıyla, 28 Ağustos şafağı sona erdi. Kalanlar ise 6 Eylül genel affına kadar dağlarda gizlendiler.
İlk saldırı dalgasıyla eşgüdüm halinde Irak Ordusu, küçük sınır şehri Zaxo'dan Büyük Zap Nehri ile kavuştuğu Balžke'ye kadar doğuya doğru giden anayolu ele geçirmişti. Amaç açıkça Türkiye sınırını kapatmak ve mülteci akınlarının önüne set çekmekti. Fakat ordu bunda çarpıcı biçimde başarısız oldu. Her ne kadar çoğu yolda ölmüş, bazıları yakalanmış ve diğerleri takip edilip savaş uçaklarınca taranmış olsa da 65.000 ile 80.000 arasında Kürt sınırı geçmeyi başardı. Mülteci akınını engellemek için sınırlarını kapatan Türk hükümeti, mülteci akınının yoğunluğu karşısında sınırlarını açmak zorunda kaldı... BİTTİ
Topzawa toplama kampı
Enfal operasyonlarının en büyük toplama kamplarından birisi olan Topzawa kampı, insanların numaralandırılıp, numaralarına göre çağrılacak kadar Nazi toplama kamplarına benzerler. Kadın ve erkekler ayrı kamplarda tutulur ve erkekler de eli silah tutamayacaklar ve silah tutabilecekler olarak iki ayrı kampa ayrılır.
Bu kampta erkeklerin her gün düzenli şekilde dövüldüğünü söyleyen tutuklu kadınlar, erkeklerini en son gördükleri günü şu şekilde anlatıyorlar; 'Her gün birkaç düzine erkek dövülürdü. Fakat o gün farklı bir şey vardı. Bütün erkekleri gömleklerini çıkartarak, dövüyorlardı. Sonra da ikişer ikişer birbirlerine kelepçeleyip, ayakkabılarını çıkarttılar. Bazı erkeklerin gözleri bağlanıyor; bazıları ise donlarına kadar soyuluyorlardı. Ve sonunda beyaz ya da yeşil boyalı ve penceresiz araçlara bindirilerek bir daha hiç haber almadığımız bir yerlere götürdüler.'
15 ila 70 arası erkekler...
Penceresiz araçlar bir yöne doğru ayrılırlarken, diğer tutuklularla dolu otobüsler başka bir yönde ilerledi. Kadın ve çocukların birçoğu Dibs Hapisanesi'ne gönderildi. Yaşlılar ise daha güneyde, çölde bulunan Nagre Selman adlı cezaevine götürüldüler. Eli silah tutabilecek olan, 15 ila 70 yaş arasındaki erkeklerden bir daha hiç haber alınamadı.
Ortadoğu Gözlem Merkezi'ne Nagre Selman cezaevini anlatan görgü tanıkları şöyle anlatıyor; 'Nagre Selman'da ki şartlar birden kötüleştirilmiş, açlık diyetinde ekmek ve kirli su verilir olmuştu. Mahkumlar halsiz düşmüş ve bitlenmişlerdi. Mayıs ayına ulaşıldığında, insanlar koşullardan kaynaklı olarak ölmeye başladılar. Bazı günler üç, bazen altı ya da yedi ve bazen ise bir düzine kadarı ölüyordu. Abdülkadir isminde bir tutuklu serbest kaldığı Eylül ayı başlarında bu rakamın 517 olduğunu söylüyor. Eylül ayında, serbest kaldıktan sonra duyduğuna göre de peşpeşe iki gece içinde, 45 kişi daha ölmüş. Bu insanlar Nagre Selman'ın insanlık dışı şartlarının ve Iraklı yetkililerin ahlaktan yoksun aldırmazlığının kurbanlarıydılar.'
İnfaz mangaları
İnfaz mangalarının elinden kurtulmayı başaran ender kişilerden biri olan Muhammd'in Ortadoğu Gözlem Merkezi'ne anlatımlarını olduğu gibi aktarıyoruz; 'Topzawa'da iki gün kaldık. Bu süre zarfına, yiyecek hiçbir şey verilmedi. Muhafızlar üçüncü gün, içinde yaklaşık 500 mahkumun olduğu bizim 'salona' geldiler. Erkekleri ikişer ikişer birbirlerine kelepçelediler ve kamuflaj renklerine boyanmış bir sıra aracın bulunduğu yere getirdiler. Her araç yirmi sekiz mahkum alıyordu. Öğleden sonra konvoy harekete geçti. Altı saat yol gittik, ama nereye götürüldüğümüze dair hiç bir fikrimiz yoktu.'
Muhammed kaçış hikayesini de şöyle anlatıyor; 'Konvoy nihayet durduğunda, şoför motoru çalışır halde tutmaya devam etti. Motorun çıkardığı gürültüye rağmen, dışarıdan gelen silah sesleri duyulabiliyordu. Bizi aceleyle dışarı, karanlığa çıkardılar ve önceki aramalarda gözden kaçmış olabilirler diye, kimlik kartları ve paralar için tekrar aradılar. Ellerimizdeki kelepçeleri çıkarıp, bir ip ile bizi birbirimize bağladılar. Benim bağlayan biraz acele ettiği için benim ellerim biraz gevşek kalmıştı. Kesinlikle öldürüleceğimizi biliyordum. Önceden kazılmış büyük bir çukura yüzümüzü dönmemizi istediklerinde ben ellerimi ipten kurtarıp, var gücümle kaçmaya başladım. Arkamdan ateş ettiler, ama karanlıktan yararlanarak kurtulmayı becerdim.'
'Genç ve güzel kızları götürdüler'
Üçüncü Enfal'de Leylan, dördüncü Enfal'de Taqtaq kasabası toplama kampı olarak kullanıldı. İnsanlar burada bir gece bekletildikten sonra birçoğunun geri dönmediği, bilinmeyen bir yere doğru kamyonlarla götürülmüşlerdi. Üçüncü Enfal esnasında Germiyan'a bağlı Şarbajer alanında tutuklanan köylülerin götürüldüğü kamplarda birçok kadının kaybolduğu belirtilmektedir. Parazan köyünden Muhammed Ahmed'in yeğeni Dılşad Eli dayısının, 'kampta ne kadar genç ve güzel kız varsa askerlerin hepsini alıp götürdüğünü ve bunların bir daha geri gelmediğini söylüyordu' diye olayları aktardığını anlatıyordu.
Kadınlara tecavüz edildiğini söyleyen Dılşad Eli, 'Dayımın peşmergelere destek verdiği iddia ediliyordu. Bunu kabul etmeyince, eşine ve kızına tecavüz edeceklerini söylemişler. Dayım bunun üzerine bütün suçlamaları kabul etmiş, ama bu sefer de onu kamp içinde ajan olarak kullanmayı teklif etmişler. O da bunu yapmış' diyor.